5 Ağustos 2016 Cuma

Dikkat Bencilleşiyoruz!


Hepimiz birilerinin eşi, annesi, çocuğu, torunu, gelini, görümcesi, eltisi, halası, yengesi, sosyal çevrelerimizde ise kiminin arkadaşı, komşusu, doktoru, hastası, öğretmeni, öğrencisiyiz… Karşımızdaki kişinin statüsüne ve kişiye olan yakınlık derecemize göre şekillenen toplumsal rollerimizde hepimizin diğerleri için yerine getirmemiz gereken çeşitli vazifelerimiz var. İyi ya da kötü, eksik ya da tam, isteyerek ya da cebren herkes bu vazifeleri bir şekilde yerine getiriyor, getirmek için çabalıyor.

Bu vazifeler; zamanında, istekle ve düzgün bir şekilde yerine getirildiği zaman kişiler arası beklentiler karşılanıyor, toplumsal ahenk zedelenmeden işlerlik kazanıyor, dolayısıyla içtimai hayatımıza zenginlik katarken aslında her türlü fedakarlık ve yorgunluğa rağmen ruhumuzu tatmin ediyor ve huzurumuzu beslemiş oluyoruz.
Vazifelerin zul ve ikrah içerisinde yarım yamalak yapıldığı durumlarda ise kişiler arası beklentiler karşılanmıyor, toplumsal işlerlik yaralanıyor dolayısıyla iletişim, üretim, hizmet gibi alanlarda başka sıkıntılara da olası davetiyeler çıkarıyor. Öyleyse kişinin münferit görevleri daha geniş bir çerçevede değerlendirildiğinde içinde bulunulan toplumdaki ahenkli yaşamı birebir etkiliyor.Burada hem toplumsal ahengin, hem de bireysel mutluluğun yakalanması açısından kişilerin bencillik ve diğergamlık noktaları arasındaki farklı duruşlarının olabilecek sebepleri üzerinde daha dikkatli düşünülmelidir.
Niçin insanların bazıları üzerlerine yüklenmiş bu çeşitli görevlerin altından kalkabilmek için mücadele edip söylenirken, kimisinin gönlünde eşsiz bir tatmin, mutluluk ve huzur duygusu hasıl olmaktadır? Niçin hiçbir yasal zorunluluk olmadığı halde başkaları için kendi hayatlarından fedakarlık etmek, fazladan çaba sarf etmek bazılarını sevindirirken bu işleri yapmak bazılarının kendisini mutsuz veya enayi gibi hissetmesine neden olmaktadır? Elbette ki tasavvuf ehli kişilerin bu sorulara verecekleri çok daha derin, kıymetli ve kapsamlı cevaplar olacaktır, fakat ben burada daha farklı bir konuya dikkatleri çekmek istiyorum; kişilerdeki sorumluluk bilincinin gelişimine. Yapılan fedakarlıkların gönüllerde tatmin ve huzur duygusu uyandırabilmesi için bireyin çok daha erken dönemlerde sorumluluk bilincini kazanmış olması gerekmektedir, sorumluluk duygusu gelişmiş olan bireyler zaten vazifesi olan bir durumu ifa ederek kendilerini hükümden kurtarırken, sorumluluk duygusundan yoksun kişiler için yapılacak olan iş zaten vazife olarak algılanmadığı için sadece angarya niteliğindedir. Vazife şuuruyla ifa edilen iş eksiksiz olarak itina ile yerine getirilirken, angarya olarak addedilen iş üstün körü ve isteksiz olarak yapılacaktır.
Her ne kadar görüntülerin film icabı olduğunu söyleseniz de çocuklar bunu zihinsel olarak kavrayamazlar, ve bu görüntüler normal olan çocukluk korkularını tetikler, şidetli endişeler oluşturabilir. TV izlemenin zararlı etkilerinden korunabilmek için ebeveynler olarak TV'yi sadece kitle iletişim aracı olarak kullanmaya özen gösterilmeli ve özellikle uzman kadrolar tarafından çocuklar için hazırlanmış, onların gelişimine katkıda bulunacak programların tercih edilmesi gerekmektedir.
İnsanların toplumsal gelişimine uzaktan baktığımız zaman alınan rollerin sayısının yaşla birlikte arttığını görürüz; ilk önce iki kişinin evladı olarak dünyaya gelir, daha sonra birilerinin torunu, birilerinin yeğeni olduğumuzun farkına varırız, daha sonra başkalarının arkadaşı, birinin öğrencisi oluruz. Bu roller yaşımızla ve sosyal statümüzle birlikte artarak çeşitlenir ve çevremizdeki herkes için ayrı bir iş, dolayısıyla daha fazla görev ifa etmek durumunda kalırız. Buradaki önemli nokta ise kişideki sorumluluk duygusunun artan rollerle birlikte birdenbire sihirli değnek değmişçesine ortaya çıkmamasıdır. Bilakis sorumluluk duygusu bireyin sosyal, fiziksel ve psikolojik gelişim süreçlerinin içine sindirilerek tedricen verilmiş olmalıdır. Yaşına uygun sorumluluklarla gelişimi desteklenen bir çocuk, artan ilişkileri ile birlikte artan rollerinin gerektirdiği yeni görevlere uygun davranışlar geliştirebilir, böylelikle ahenkli toplum için gerekli görevlerini vazife olarak idrak eder ve gereken yatırımı uygun bir şekilde ifa eder.
Günümüzde insanlık kapitalizmle birlikte hızlı bir bencilleşme sürecine girerken unutulan en önemli nokta birey olmamız hasebiyle yerine getirmemiz gereken sorumluluklarımızdır. Boşanmaların arttığı, paylaşmanın azaldığı, komşuların birbirini tanımadığı, yaşlıların huzurevlerine itildiği, insanların birbirlerine borç vermediği cesur! yeni dünyada en önemli insani sorumluluklar unutuluverdi, ya da unutturuldu. İnsan her şeyin en'ini kendisi için istedi; en sağlıklı, en güvende, en tok, en rahat, en sıcakta, en eğlenen, en güzel, en eğitimli, en, en, en…Bu en'ler için hiç kimse hiçbir bedel ödemek istemedi ve sonra insan sahip olduğu en'lerin içinde mutlu olmadığını gördü. Popüler medyanın "Kendiniz için yaşayın" sloganı altında ezilip kendi elleriyle insan mutluluğunu feda etti. Kimse sahip olduğunu paylaşmak istemedi ve hastalık hızla yayıldı, sonunda toplum bencilleşti.
En büyük ceremesini şimdi anne babaların çektiği, ileride de toplumumuzun çekeceği bencilleşen gençliğin en büyük mimarı ne yazık ki yine anne babaların kendisi olmakta. Ailelerde gittikçe azalan çocuk sayısı ile birlikte sahip oldukları tüm kaynakları bir çocuk için fazlasıyla seferber ederek, çocukları ihtiyacından fazla imkanlarla donatarak ve çocukların yapabileceği işlerin çocuğun yorulmaması ya da kaynakları bir çocuk için fazlasıyla seferber ederek, çocukları ihtiyacından fazla imkanlarla donatarak ve çocukların yapabileceği işlerin çocuğun yorulmaması ya da işlerin eksik olması endişesi ile gereksiz yere üstlenilerek gençliğin bencil yetişmesine neden oldu.
Böyle bir dünyada pamuklar içerisinde; yaşamını devam ettirmek için hiçbir emek harcamasına gerek olmayan, çabalamadan her istediğine sahip olarak yetişen çocuğun aynı ilgiyi ergenlikte ve yetişkinlik döneminde de çevresindekilerden beklemesine engel olabilecek şey nedir? Kendi yaşamı için çabalamayan birisi başkasına karşı görevlerini yapma konusunda ne kadar şuurlu olabilir? Gelişimi boyunca "kendi için yaşa"maya şartlanan bir çocuk niçin çikolatasını arkadaşı ile paylaşır?
Geleneksel Türk aile yapısında sıklıkla annelerin başlattığı sorumluluk vermeme mücadelesi yeni nesillerin bencil ve sorumsuz olmasına neden olmaktadır, çocukluğundan itibaren kendi yemeğini yemesine, ödevini kendi başına yapmasına, üstünü giyinmesine, hatta tuvaletini kontrol etmesine, üşümesine, terlemesine izin verilmeyen çocuklar yetişkinlik döneminde ne kadar sorumluluk alabilir? Kendi ihtiyaçlarının ve sorumluluklarının farkında olamayan ve sürekli güdülerek yetişen bir nesil başkalarının ihtiyaç ve beklentileri için ne kadar duyarlı olabilir?
Ekonomik büyüme içerisinde, genç nüfusun yoğun olduğu ve çok daha ümitli bir gelecek hayal ettiğimiz ülkemizin ihtiyaç duyacağı en son şey ise ne yazık ki hızla yetiştirmeye devam ettiğimiz bencil ve sorumsuz çocuklar.
Mutlu nesiller yetiştirerek sağlıklı bir toplum oluşturmanın da asıl anahtarı sabah kalktığında işine mutlu gidecek, yaptığı iş her ne olursa olsun severek yapacak, çevresindeki münasebetleri devam ettirmek için gereken fedakarlıkları istekle yapıp, yaptığı işi kendine yakıştıracak, çevresindeki kişilerin beklentilerine ve ihtiyaçlarına duyarlı, çevresindekilere bulunabileceği faydayı vazife bilen nesiller yetiştirmektedir.
Bunun için geç olmadan çocukları sorumlulukları ile büyütmek bizlerin en önemli görevidir. Sorumluluk duygusu ve iç disiplini geliştirmek için en büyük vazife anne, babalara ve eğitimcilere düşmektedir.
Çocuğunuzun hayatındaki her alan bunu ona sunuş şeklinize göre sorumluluk kazanmasına, ya da kazanamamasına neden olacaktır.
TUBA SÖKMEN - Uzman Gelişim Psikologu